Önsöz

Artık hayatın prezervatıf kullanma vakti geldi de geçiyor..

18 Eylül 2023 Pazartesi

Beni ben anlamamışım, benden başka kim anlasın

Kayaların üzerinde, dalgalı denizin ufkunda batan güneşin turuncudan kızıla çalmasını izliyordum. Tuz ve yosun aromalı esen rüzgarlara eşlik eden, kayalardan gelen dalga sesleri ruhumu dinlendiriyordu. Üç duyu organım anın keyfini çıkartmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Ta ki haylaz çocuk beyin ortalığı karıştırına kadar. Her zamanki gibi eski dostu kalbe manzaranın verdiği rehavetle sataşma ihtiyacı duydu…

-“İkimizde aşk kelimesinin anlamının ne kadar mübalağa içerdiğini edindiğimiz tecrübelerle öğrendik. Aşk ateşli bir başlangıçtı belki ama aslolan her zaman sevgi oldu. Biz insanların bildiği gibi filmlerde, hikayelerde anlatıldığı şekilde sevmedik. Kendimize göre, tam tabiriyle kendimizce sevdik. Bazı anlarda sen dozajı arttırdın tabi ancak gerçek hayatın rastlantısal düzenine ayak uydurmaya çalışırken sosyal medyada yayınlanan düzmece romantik paylaşımlar gibi olamazdık ki. Kalıplaşmış romantizm algısının çok ötesinde bir şey hissediyoruz. Biz başkaları gibi kulaklarımızla değil gözlerimizle seviyoruz. Göstermeyi hiç bilmiyoruz , belki de bilmek istemiyoruz. Çünkü sevgi ne gözle görülür, ne elle tutulur. Sevginin varlığının gerçek kanıtı sabırdır. Aslı Kerem’e sevgililer gününü kutlamadığı için sitem etseydi, Şirin Ferhat’a doğum gününde neden hediye almadığını sorsaydı bunlar masal olarak bugünlere kadar gelebilir, dilden dile anlatılabilir miydi hiç?” Dedi usulca gülümseyerek.

“Her zamanki gibi politik maskenin ardına gizli süslü cümlelerinle beni manipüle edeceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Denizde köpek balığıyla yarışmaya çalışan bir kartaldan farksız bir konumdasın. Bana aşkı ve sevgiyi anlatabileceğine inandıran gerçeklerin beni çok güldürüyor. Aşk sevginin en konsantre edilmiş halidir.. Zaman ve yaşanmışlıklarla doğru oranda seyrekleşir. Aşkın senin anlattıklarından daha yüce amaçlarıda vardır, ruhu beslemek gibi. Ancak senin süslü ve manipülatif cümlelerin kadar basit değil maalesef. Sevgi hissettirildiği kadar anlam buluyor karşı tarafta. Karşılığı olmadığı sürece sen kendi başına sevmişsin kime ne? Karşılaştığın her kişinin kendine has özellikleri, davranışları, beklentileri ve değer verdiği şeyler vardı. Sen o kadar ben merkezlisin ki karşındakini anlamaya hiç çalışmıyorsun. Kaç kez sana söyledim karşındaki kişiler için önemli şeyleri. Tek yapman gereken bana hatırlatmaktı. Geri kalan her şeyle ben zaten seve seve ilgilenirdim ancak sen hep unutuyorsun. Zaten sayende gerçek sevgiyi çok nadiren hissediyorum. Yarattığın labirenti geçmeyi başarabilenlerin sayısını sen de, ben de biliyoruz. Bu kadar ince eleyip sık dokuduktan sonra neden beni hep tek başıma bırakıyorsun? Neden yardımcı olmuyorsun?” Dedi sitemkâr bir sesle.

-“Sen benim aklımla mı oynuyorsun, salağa mı yatıyorsun? Senin sevgi dediğin şeylerin hepsinin altında yatan maddesel gerçeklerin farkında mısın? Ödediğimiz bedellerden sonra bana sevgiyi göstermiyorsun diyerek acizlik ediyorsun. Beni “ben merkezli” olmakla suçluyorsun da biz bir çizgi film karakteri değiliz ki parmağımızı şıklattığımızda yaşadıklarımızın akışı değişsin. Gerçek hayatta, gerçek kararlar alan ve aldığı her kararın iyi ya da kötü bir bedeli olan bir yaşam şeklini yaşıyoruz. Evet sevgi nadiren hissettiğimiz bir duygu katılıyorum ancak sen içimizde hissettiğimiz sevgiyi öncelikle dış dünyanın etkilerinden koruyup sabırla ilmek ilmek işlememiz gerektiğini kabullenmiyorsun. Popülist yaklaşıyorsun olaylara ancak geçmişi düşünerek cevaplamanı isteyeceğim bir sorum var. Hayatının her anında sürekli mutlu olarak yaşayan kaç çift tanıdın? Kaç yaşlı insan tanıdın bir söylesene. Bugünün koşullarında etrafındaki insanlarda gördüğün sevgi kavramlarının kaç yıl daha devam edeceğine inanıyorsun. Her gördüğünün doğru olduğunu nereden biliyorsun? Sevgi küçücük bir tohum gibidir. Yaşanılan olaylarla büyür ancak zor koşullar altında güçlenir. Şu arkandaki ormanda diğerlerinden çok daha kalın gövdeli ve ihtişamlı yaprakları olan şu ağaca sorsana kaç fırtına atlattığını. Git sor ki anlatsın sana yaşadığı her sorunda nasıl köklerini sıkı sıkıya toprağa bağlandığını. Sor ki göstersin sana tek bir gövdeden zamanla neden birden çok dallara uzandığını. .” Dedi ses tonunda gerginlik ve üzüntüyle.

- “ Ben duygusal bir varlığım ve ne kadar inkar etsen de hislerimi en iyi sen anlıyorsun. Mutlu bir hayatı, sevdiğimiz insanla yaşama hayalini bile kurdurmuyor, üzerine bir de beni çok yoruyorsun. Senin yüzünden bazen tek ihtiyacım olan birinin bize içten bir şekilde sarılıp “çok yoruldun ama başaracağını biliyorum asla pes etme” demesi oluyor. Kaosla besleniyorsun ve kırılmaz bir inanç sistemin var. Ben senin kadar analiz yapmak istemiyorum. Ben her hücremde sevgiyi hissetmek istiyorum. Sevgimi göstermek istiyorum. Bu acizlik veya güçsüzlük değil çok iyi bildiğini biliyorum ancak dışarıdan duygusuz ve mimiksiz bir kaya olduğumuzu düşünmeleri beni çok zorluyor. Evet fırsatını bulduğumuzda çocukluğumuza dönüyoruz yaşımızın olgunluğunu unutup yüzümüze tekrar çocuksu ve haylaz gülümsememiz geliyor ama bu bana yetmiyor. Birini severken yalnızca kaşını, gözünü, huyunu sevmiyorum. Biliyorum ki onlar değişir, dönüşür ve geçer. Varlığını seviyorum. Orada yanımda olduğunu bilmeyi seviyorum.” Dedi hafif bir tebessümle.

- “ Senin analiz dediğin şeyler aslında görmek istemediğin gerçekler. Ben sana doğruları söylerken sen duymak istediklerine inanmayı tercih ediyor, gerçeklerin acımtırak duygusunu reddediyor olabilirsin ama değiştiremezsin. Sadece kurbanlık koyun gibi kabullenmeyi beklersin. Bizim dış görünüşümüz zamana yenik düşüyor olabilir ama ruhumuzda hep aynı meraklı çocuk yaşayacak. Çünkü tek gayem bu çocuğu korumak. Acımasız insanların bu çocukta telafi edilmeyecek derin yaralar açmasını engellemek için kuruyorum labirentleri. İstemiyorum hak etmeyenin girmesini. İstemiyorum girenin bu küçük çocuğu tüketmesini. Bazen kendimi suçluyorum daha fazlasını neden yapmadım diye. Şunu doğru anlaman gerekiyor. İçinde bir hazine taşıyorsun. Başkaları için kıymetli olmayabilir belki ancak bizim için ondan değerlisi yok. İşte bu sebepten doğru insanları bulmamız gerekiyor. Gözünde canlandırsana yaşadığın her anıyı, düşünsene bugüne kadar hayatında kalan insanları. Hepsinin bir ortak noktası var. Bazıları gitmek için bir çok sebebi olduğu halde kalmayı seçti. Bazıları ise kalmak için bir çok sebebi olduğu halde gitmeyi seçti. O yüzden sevgi, gerçekten en çok cesurları seviyor. Korkak olanlar gitmenin bahanesini, cesur olanlar ise yanımızda kalmanın nedenini her seferinde buldu. Bırak seni sen olduğun için seven insanlar olsun yakınında. Seni sen yapan özellikleri sevip sonra senden o özellikleri almaya kalkmasın kimse. Zamanımızı boşa harcama. Değiştirmemiz gereken bir dünya var önümüzde. Dokunmamız gereken hayatlar var. Bundan on sene sonraki halimizi kıskanmamız gerekiyor. Kim bilir nelerin üstesinden gelmiş, neler başarmış olacak. Kadere inanırım. Ancak bunu değiştirme gücümüz olduğunu da tüm benliğimle biliyorum. Romantik olmayabilirim belki ama enerjiye senden çok inanıyorum ve tüm hücrelerimle biliyorum ki iki ruh birlikte olmaya kaderliyse aralarında görünmez bir kırmızı iple bağlanırlar. Zaman, yer veya durum ne olursa olsun bu ip gerilebilir, dolanabilir ama asla kopmaz” dedi gözleri dolmuş ama heyecanla etrafı izlerken.

- “ Sen bu çocuğu sevgi adı altında sevgisiz bıraktığının, onu yalnızlığa terk ettiğinin farkında değil misin? Söylesene en son ne zaman gerçekten kalbimiz yerinden çıkacakmış gibi heyecanlandık? Söylesene en son ne zaman hiç bırakmayacakmış gibi sarıldık? Söylesene en son ne zaman tam anlamıyla birine güvendin? Bütün gerçekliğini birisine açtın? Tüm hücrelerinle sevdin? Senin güveninin altında şüphe var. Senin gerçekliğinin altında şüphe var. Senin sevginin altında şüphe var. Yarattığın beden algoritması öyle bir çalışıyor ki ben ne hissedersem hissedeyim, ne kadar seversem seveyim incecik bir ipliğe bağlı dönüp arkamızı çekip gitmemiz. Üzüntü yaşanır, acılar geçer, anılar unutulur. Yaşananlar tecrübe sınıfına konulur ve hiç var olmamışçasına hayat devam eder. Resmen etten kemikten yapılmış bir hapisanede yaşayan iki patron, aynı zamanda iki mahkumuz. Yaşam hızla akıyor gözlerimizin önünden ve biz acımasızca savaşırken batan güneşin güzelliğinden bile keyif almakta zorlanıyoruz. Anı yaşıyor, geleceği planlıyor ama duygusal sabitlikten yoksun yaşıyoruz. Çok yoruyor beni gün içerisinde bir mutlu, bir üzgün, bir kızgın, bir huzurlu olmak. Yaşattığın ani duygu değişimlerini kaldırmakta zorlanıyorum. Alıştım belki ancak bana bunu hissettirmeye hakkın var mı? Muazzam bir irade yaratmışsın. Seninle savaşmak ne mümkün. Kahkahalarında gizliyorsun hüznü, özlemi. Bununla savaşma şansım yok ancak gene de bu savaşı kazanma şansın da yok çünkü bir birbirimize muhtacız. Sen gücünü özgüveninden ben ise yıllardır içimizde sakladığımız o çocuksu ruhun barındırdığı sevgiden alıyorum. Beni yok etmek için kendini yok etmen gerekiyor bunu o kalın kafana sok!” dedi göz yaşlarının yerini ateş gibi parıldayan hırs almıştı. Bu hırs kazanma hırsı değildi. Bu hırs sevginin her şeyden üstün geleceğine tüm kalbiyle inanan bir ruhun hırsıydı.

“ Bazı insanlar başkalarına ders vermek için çekip giderler. Biz ise kendi dersimizi aldığımız için çekip gideriz. Can Yücel çok güzel anlatmıştı bizi bir şiirinde; “Gittin mi büyük gideceksin. Ayrılık bile gurur duyacak seninle. Gittin mi ayakların onun yakınından bile geçmeyecek. Gölgen bile kalmayacak ardında. Gittin mi onurunla gideceksin. Haklıysan gidecek, gitmişsen dönmeyeceksin.” 

Ayrıca ne çabuk unuttun sabahsız gecelerimizi. O zamanki kahkahalarında hüzün mü vardı yoksa şehvet mi? Baksana, biz hüznü her seferinde senden kontrolü devraldıktan sonra yaşıyoruz zaten. Bunları bize sen yaşatıyorsun. Aldığın her karar, denediğin her ilişki hayal kırıklığından ve tecrübeden başka ne kattı ki bize. Sonsuz mutluluğu, ruh eşini buldun da benim yüzümden mi kaybettin? Kontrolümde hayal bile edemeyeceğin zevkler yaşarken halinden çok memnundun. Hayal gücünün sınırlarını zorlarken hiç itiraz etmiyordun. Sabah uyandıktan sonra arkanda seninle biraz daha zaman geçirmek için gözlerinin içine bakan insanları terk ettiğimizde senin sevgi anlayışın, romantizmin neredeydi? Duyguların neredeydi? Unutma ki bu hayatta yanlış düşünebilirsin, yanlış anlayabilirsin, yanlış yapabilirsin ama asla yanlış hissedemezsin ve o zamanlar neler hissettiğini ikimiz de çok iyi biliyoruz. ” Dedi haklı olmanın verdiği hüzünlü bir gülümsemeyle.

“ Bir gün gelecek ve yapacak tek bir hamlen bile olmayacak. Bir gün bir kadın gelecek ve bütün benliğini gerçek sevgiyle zehirleyecek. Önce güven adı altında yarattığın bütün labirentleri parçalayarak geçecek. Sadakat adı altında sana bütün benliğiyle sarılacak. Saygıyla dokunacak, değerlerini kendi değerleriymiş gibi benimseyecek. Sabırla işleyecek içimizdeki çocuğu ilmek ilmek. Merhametle bakacak. Şehvetle hiç bitmeyecek gibi sevişecek.  Tutkuyla savaşacak ve asla pes etmeyecek. Bir kadın gelecek. Yanımızda veya arkamızda durmayacak. Bizimle bir olacak. O gün hayat yeniden başlayacak. Zaman duracak. Yaşananlar unutulacak. Her şey yeniden başlayacak. O gün kendini yalnız hissetmeyeceksin. O gün hayallerine uzanan engebeli yolda kendine bir arkadaş edineceksin. Senin yapabileceğin tek şey hayatında ilk defa “an” dan ve gelecekten keyif almak olacak.” Dedi gözlerinde parlayan umutla.

Tartışmanın bir kazananı yoktu. Kazanmanın bir anlamı yoktu. Benlikten öte bir kazanan yoktu. Benlikten öte bir anlam da yoktu. Sevgi bakarken kıyamamak, yedikçe doyamamaktı. Bugüne kadar yaptığım hiçbir şeyi sevilmek için yapmadım, sevdiğim için yaptım. Teşekkür etmesini çok iyi bildim. Hayatımda olmaması gereken insanlara, bunu kendi imkanlarıyla gösterdikleri için teşekkür ettim. Hiçbir zaman kızmadım çünkü buna ihtiyacım vardı. İçimde koruduğum benliğim her zaman duygusaldı. Verdiği değerin, sevginin peşinden gidip kör olabiliyordu. Hayatımda olmaması gerektiğini, benliğime bunu kanıtlayarak böylesi bir iyiliği yaptığı için tüm varlığımla teşekkür ettim. Dalgalar kıyıya çarpmaya devam ediyordu. Güneş ufuktan batmış. Kırmızı yerini gecenin lacivertine bırakmıştı. Tuz ve yosun kokuyordu hava. Gözlerim dolmuştu. Sevdiğim bir şiirle veda etmekten başka bir şey kalmamıştı. Derin bir nefes aldım ve bir çırpıda okuyup beni bekleyen geleceğe kalktım.

Bahçe kapısından sızdılar

Aralık kalmış neresi varsa hayatımın

Bünyede bastırılmamış ne kadar isyan varsa ordan

Daha asitli bir yalnızlık için dilek tutuyorum şarkılara


Sıradaki benim şansıma diyorum

Haberler başlıyor birden

Benden, hazin biçimde bahseden

Kumsalların istenmeyen kaç kum tanesi varsa

Önde gideniyim her tazyikli akışta


Zayii makaminda bestelenmiş yazılar kaldı avluda

Gitme diye yalan bile söylerim

Yerini söylerim ne saklamışsan kal diye

Bu yaz'ı serin tutalım diye çıplak tenlerde

Geceyarısı tatlı bir soğukluk olsun diye her sevişme

Aramizdaki her üryan gelişme


Hem gidenedir bu şiir

Hem gelecek olana

O da biraz oyalanıp gider nasılsa

Hep haberler başlayacak biliyorum

Hangi şarkıyı seçsem şansıma


Şimdi şifa niyetine giriyorum sulara

Mavisine değil denizin

Sade tuzuna


Yılmaz Erdoğan



  

30 Temmuz 2023 Pazar

INVICTUS

 


“Beni saran geceden başka
Kapkaradır o çukurda baştan başa
Hangi tanrılar bahşetmişse bana
Şükrederim yenilmez ruhum için onlara”


        Yaşamın ne olduğunu anlayabilecek bir yaşta ve olgunlukta bile değildim yaşama amacımı sorguladığım zamanda. Nasıl ve ne zaman gibi soruların cevaplarını aramıyordum. Yalnızca bu dünyaya bir imza atmam gerektiğini hissediyordum. Hayaller kurdum gelecekle ilgili. Elde edilebilir ve küçük hayallerle başladım. Hayallerim zamanla büyüdü. Duyguların hayali peşinden koştum bir süre. Sonu dünyayı kurtarmaya kadar giden. Her seferinde hayatın gerçekliğine çarptım. Zamanla daha gerçekçi hayaller kurmaya başladım. Asla gerçekleşmeyen. Sürekli bir arayışın içimdeydim. Hayallerim asla bitmiyor, sürekli şekil değiştiriyordu. Ne aradığımı bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı. Bu dünyaya gelmemde bir amaç olmalıydı. Sıradan bir yaşamın içerisinde birbirini kopyalayan yıllar istemiyordum. Milyarlarca insandan üstün değildim. Milyonlarca insandan zeki değildim. Binlerce insandan zengin değildim. Yüzlerce insandan mutlu değildim. Bildiğim tek bir şey vardı. Bu dünyaya gelmemin bir amacı olmalıydı. Tıpkı bir kelebek etkisi gibi, zamansal boyutta değişiklik yapabilecek kadar güçlü, trilyonlarca olasılıktan birisini yaratabilecek kadar önemsiz. Olasılıklardan sadece birisi olabilmek bile benim için önemliydi. Sonuçta insanların beni tanımalarına gerek yoktu. İstemiyordum. İnsanların beni hatırlamalarına gerek yoktu. İstemiyordum. Bana tek gereken günün birinde, geçmişi düşünürken “başardım” diyebilmekti. Yaşamın kendisine dokunabilmekti. Harcadığım her nefese anlam katabilmekti. Dünyanın en başarılı, en zeki, en zengin, en mutlu, en huzurlu insanı olmak değildi derdim. Sonuçta “zaman” hiç bir zaman, hiç kimseye her şeyi bir anda vermemişti. Yaratıcının en gerçek kanıtıydı “zaman”. Ben ne “zaman”la savaşmak istiyordum, ne de “zaman”ı kabullenmek. Ben sadece değiştirmek istiyordum. Doğru anda doğru şeyi yapabilmek istiyordum.


“Kötü şartlarda olsam bile
Ne ürktüm, ne de yüksek sesle ağladım
Kaderin pervasız darbelerinde bile
Kana bulansa da başım, eğilmedi asla”


         Herkes gibi hayat sınavında kimi zaman doğru kimi zaman yanlış tercihler yaptım. Kimi bedeller ağır, kimi tercihler ödül oldu. Düştüm. Defalarca kalktım. Tekrar düşebilmek için. İnanmaktan asla vazgeçmedim. Büyüdükçe öğrendim. Hata yaptıkça öğrendim. Üzüldükçe öğrendim. Unuttukça öğrendim. Hayallerim, yaşamım tek bir gerçeklik üzerine kuruluydu. O da ne yaparsam yapayım, sonuçları ne olursa olsun, asla art niyet olmamalıydı kalbimde. Kalbimi camdan yaptım kıran çok oldu. Demirden yaptım pas oldu. Ben de sonunda denizden yapmaya karar verdim. Giren kayboldu. Yüzmeyi bilen kurtuldu, bilmeyen boğuldu. Kimselere anlatmadım gördüklerimi, yaşadıklarımı, hissettiklerimi. Geçiştirdim beni anlamaya çalışmayan, benimle aynı hayali paylaşmayacak insanları. Kimi bencil dedi, kimi narsist, kimi ilgisiz, kimi sevgisiz. Kimseleri suçlamadım. Suçlamaya çalıştıklarımı azad ettim. Her seferinde en sonunda kendimi affettim ve hayatıma devam ettim. Çünkü biliyordum, her seferinde “o” an geldiğinde bir hikayenin tamamlanıp sıradaki hikayeye geçmem gerektiğini. Ancak bu şekilde beni bekleyen geleceğe hazır olabilirdim. Doğruların veya yanlışların benim için bir önemi yoktu. Önemli olan aldığım derslerdi. Sonuçta her bitiş yeni bir başlangıçtı ve hayat kısaydı. Ben de affettim, elimden geldiğince yardım ettim, yaşadığım ve öğrendiklerim için şükrettim, kendime göre sevdim, elimden geldiğince gülümsedim, her koşulda mutlu olmaya çabaladım.


“Bu gazap ve gözyaşı ülkesinin ötesinde
Görünmez gölgelerin dehşetinden başka bir şey
Ve beni bulur o senelerin tehdidi
Bulacaktır da korkusuz”


        Bir olay var ki vicdanımın sesi hiç bir zaman susmayacak. İçimdeki yangın hiç dinmeyecek. Kalbimdeki hüzün hiç geçmeyecek. Aldığım ders hiç aklımdan çıkmayacaktı. Suçlu değildim ancak kendimi ömür boyu cezalandırmayı seçmiştim. Bir trafik kazası hayatımı tümüyle değiştirmişti. Dili olmayan küçücük bir beden bana ömrüm boyunca unutamayacağım bir ders vermişti. Bana yaşamın ne kadar önemli olduğunu, hayata tutunmak için engellerin hiç bir anlamı olmadığını, mutluluğun sevgiden geçtiğini yıllarca bana eylemleriyle anlattı. İlk başlarda anlamadım. Sonraları görmezden geldim. Gün geldi umursamadım. An oldu sinirlendim, suçladım. Ama o ufacık beden hiç vazgeçmedi. Hiç pes etmedi. Hiç kabul etmedi. Hep aynı yaşam sevinciyle beni bekledi. Yanına gitmemi bekledi. Onunla ilgilenmemi bekledi. Bildim ama görmemezlikten geldim. Anladım ama duymamazlıktan geldim. Kendime hep bahaneler uydurdum. Yaşadıklarımın beni ne kadar yorduğundan bahsettim durdum. Çoğu zaman haklıydım da ancak haklı olmam onun benden istediği, onu mutlu edecek ufacık anları ondan esirgememi haklı çıkartmadı. Aklım ne derse desin vicdanım hiç susmadı ve hiç susmayacak. Keşke ne kadar sevdiğimi azıcıkta olsa belli etseydim. Keşke bana nasıl umut verdiğini azıcıkta olsa anlatabilseydim. Gözlerinin içine baktığımda gördüğüm azmin, karşıma çıkan her engelde bana nasıl güç verdiğini bilseydi. O şimdi bir melek. O şimdi bana ilham veriyor. O şimdi bana güç veriyor. O şimdi hayata sımsıkı tutunmamı sağlıyor. O şimdi yanımda değil ama ben her gün onu özlüyorum. Her aklıma geldiğinde gözlerim doluyor. Hayat adil değildi ve o çok daha iyi bir yaşam hak etmişti. 


“Kapı ne kadar dar olsa da
Cezalarım ne kadar ağır olsa da
Kaderimin efendisi benim
Ruhumun kaptanı benim”


        Ruhum yaralarla yüzüm gülücükle dolu. Rehberimde binlerce insan var, aramak istediklerim bir elin parmaklarını geçmez. Bedenim huzur, aklım kaosla besleniyor. 

Yaşam, okyanusta yol alan bir tahta parçası gibi bir oraya bir buraya sürüklüyor. Yaptığım hataların bedellerini ödemekten çekinmiyorum. Tıpkı başarılarımın keyfini sürmekten utanmadığım gibi. Bir amacım var, küçüklüğümden beri hiç vazgeçmediğim. Pes etmedim. Engellerden korkmadım. Hiç yılmadım. Bu gözler bir depremle yok olan hayatlar gördü. Bu beden hayatın önemini , zamanın aslında ne kadar kısa olduğunu, her anın ne kadar değerli olduğunu anladı. Deneyimledikçe güçlendi. Yaşadıkça öğrendi. En sonunda kavradı: Hayatı güzelleştiren şey tahmin edilemez insanlar ve olaylardır. Kimi zaman hayatı zorlaştırır gibi gözükse de bazen zorlaştırmak daha güzel bir hale getirebilir. Zira sıradanlaşmaktan çıkarır. Sıradan bir hayat istemediğim için bu zor yolu seçtim. Yaşadıkça da daha çok sevdim. Her şey önce inanmakla başladı. Sonra hem sevmek hem de inanmakla devam etti. Hayatımın merkezine yerleştirdim bu olguları. İnandığım şeyleri sevdim. Sevdiğim şeylere inandım. Koşulsuz sevdim. Koşulsuz inandım. Bu hayatta en çok değişimi sevdim, en çok değişime inandım. Zaman değiştikçe ben de değiştim. Ve inanıyorum bir gün ben de zamanı değiştireceğim. Belki birileri için, belki bir şeyler için.

14 Nisan 2023 Cuma

TIK TIK / KİM O / BEN DEPREM

     Gecenin zifiri karanlığında yok olan bir şehir gördüm. Binalar yıkıldı gözlerimin önünde. Tek duyduğum ise yaşama tutunmaya çalışan insanların çığlıklarıydı. Çöken binalardan yükselen ateşler, gökten boşalırcasına dökülen damlalar, dağlardan gelen o sert rüzgarlar. Birbirlerine o kadar hasret kalmışlar ki hepsi insanoğluyla dalga geçercesine gücünü gösteriyordu.  Doğa ana verdiğini çok acı bir şekilde geri almıştı.

    İnsanoğlu kendini hiç bu kadar acınası ve aciz hissetmemişti. Korku kalbin en derinlerine işlemişti. İnsanlar çaresizlikten bir çare doğabileceğine inanırcasına tutundu hayata tırnaklarıyla. O gece Azrail fazla mesaiye kalmıştı. Bir noktadan sonra yorulmuş olacak ki birçok ruhu bedeninde yavaşça ölüme terk etmişti. Belki bir umut yardım geleceğine inanan insanların sesleri zamanla bağırmaktan kısılmıştı. Kimsenin gelmeyeceğini anladıklarında ise sessizce beklediler Azrail’in tekrardan unuttuklarını almaya gelmesini. Günler geçtikçe ölü kokmaya başladı şehir. Mezara girmek için bulunmayı bekleyen cesetler, yerlerini belli edebilmek adına belki de tek yapabileceklerini yapıyordu. Ölüm kokuyorlardı. Cesedin o kokusunu bir kez aldı mı insanoğlu, istese de bir daha unutamaz. Kıyamet o gece fragmanını yayınlamıştı. O geceyi yaşayanlar bir daha asla o fragmanı unutamayacaklar. İnsan ölümü hiç bu kadar yakından ve hiç bu kadar uzun bir süre hissetmemişti. Bir dakika on altı saniye. Ne kadar çok şey geçebiliyormuş aklından bu kadar kısa bir sürede. Hayatın gözlerin önünden film şeridi gibi geçmesi dedikleri bu olsa gerek. Bir dakika on altı saniyede milyonlarca insanın hayatı temelli değişti. Bir daha eskisi gibi olmamak üzere. Yıllarca verilen emekler, dökülen alın terleri, gözyaşları sonucu edinilen kazanımlar… hepsi bir dakika on altı saniye de yok oldu. Gece sofrada bir tas yemeği paylaştığın insanlar artık yoktu. Şaka gibiydi, inanılmazdı ama gülen yoktu. Güneş yok olmuş bir şehrin üzerine doğarken ilkokul sıralarında uyumaya çalışan çocuklar gibi kafamı masaya koymuştum. Düşünüyordum. İskenderun a gitmeye karar verdiğimde bütün hücrelerimde hayatımın temelli değişeceğini hissediyordum, inanıyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. 9 ay bana ne çok şey öğretmişti. Sevmeyi, savaşmayı, ticareti, siyaseti … Ama hiçbiri bir dakika on altı saniyede öğrendiklerimi öğretmemişti. Bir karar verdim. Yaşamak için savaşmaktan, yaşatmak için savaşmaya geçtim. Hem de hiç tanımadığım insanlar için. En çok zoruma giden üzülemiyor olmaktı. Yaşadıklarıma, insanların yaşadıklarına, ölenlere, yaşamakla mahkum edilen ölülere üzülemiyordum. Hiçbir şey hissetmiyordum. Bir görev vermiştim kendime, biliyordum ancak sonunda ne kazanacaktım ne de kaybedecek artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Yaralı bir Aslan gibi saldırganlaşmıştım. Belki de o an anlamıştım benim fıtratımda üzüntü diye bir duygu yoktu. Öfkemde gizliydi hüzünlerim,üzüntülerim, pişmanlıklarım. Bu süreçte çok sayıda insanla tanıştım, çalıştım. Makam, mevki artık bir kelimeden öte değildi. Farkettim ki yaşanan bu büyük zelzelede insanlar karakterlerine ve eğitimlerine göre kategorize olmuştular. Şifacılar, gıdacılar, yapıcılar, tazılar, koruyucular ve duruma üzülüp uzaktan bir şey yapmaya çalışan hayırseverler. Geriye kalanlar yardıma muhtaç bir koyun sürüsünden farksız insanlardı. Yardım bekliyorlar, korkmuş sürü gibi hararetle hareket ediyorlardı. Şifacılar depremde bedene tutunmaya çalışan ruhları yaşatmaya çalışıyorlardı. Gıdacılar her bölgeye dağılıp ihtiyaçları gidermeye çalıştılar. Yapıcılar insanlara yeni ve güvenli barınma yerleri yaptılar. Koruyucular düzeni ve adaleti sağlamakla sorumluydular. En sıkıntılı iş tazılarındı. İlk günlerde yaşayanları kurtarmaya çalışsalarda zaman geçtikçe ölümün kokusunu takip edip mezarlarına kavuşmayı bekleyen cesetleri aradılar. Yaşlı bir amcanın ağzından çıkan cümleler hala kulaklarımda çınlar. “99 depremini görmüş birisi olarak sana şunu söyleyeyim genç; insanlar ilk on gün canlarının peşine düşerler, sonra da mallarının… Can kısmı kolaydır, elinden geleni yaparsın sıra mal’a geldi mi sıkıntı başlar. İlk başlarda sana minnetle bakan gözler sonra sana hesap sormaya başlar. İnsanoğludur bu alıştı mı beğenmez olur.” Günler geçtikçe amcanın haklı olduğunu görüyordum. Bir yorgan, başlarını yağmurdan koruyacak bir tente, bir sıcak çorba arayan, uzanan yardım ellerini minnetle tutan insanlar; önce çadırlara geçtiler, konteyner istediler. Konteynerlere geçenler ev istediler. Bir sıcak çorba arayanlar, kepçelerle doldurdukları devasa kaplardan azıcık yiyerek çöplere döktüler. Bir şişe suyu paylaşanlar, kolileri alıp götürüp sattılar. Ölümden zor kaçanlar, ölülerin mallarını çalmak İçin yıkık binalara girdiler. Sonuçta Adem ve Havva değil miydi aç gözlü oldukları için cennetten kovulan. Atalarımızın izinden gidiyorduk, çoğumuz geçmişteki hatalardan bir ders çıkartmadan.

   Yazık oldu nice binlerce temiz kalpli canlara. Yazık oldu yastığa kafasını koyduğunda hayal kurmayı başarabilenlere. Yazık oldu doğrularıyla yaşamayı başarabilenlere. Sadece yazık oldu. 1971 yılında kaleme aldığı satırlar bugün anlam buldu Ali Ercan’ın. 

“Güvenemem servetime, malıma

Umudum yok bugün ile yarına

Toprak beni de basacak bağrına


Adaletin bu mu dünya?

Ne yar verdi ne mal dünya

Kötülerinsin sen dünya

İyileri öldüren dünya.”

9 Ağustos 2022 Salı

Zor Olan Zoru Başarmaktır

        Zor zamanlar güçlü karakterler geliştirir. İyi dostluklar biriktirir. İlişkileri saydamlaştırır. Zayıflıkları eler, gerçeklikle sizi yalnız bırakır. Zor zamanlar basit insanların harcı değildir. Gerçek kahramanlık hikayeleridir. Herkes zor zamanlardan geçer, yalnızca bir kısmı kendi kahramanlık hikayelerini yazabilir. Kalanlar bahane maskeleriyle gizlenir.


        Zaman duygusuz bir boyuttur, bir yanılsamadır. Ona anlam katan duygulardır. Materyalizm dünyanın en acımasız gerçeğidir. İnsanları ne materyalist oldukları için suçlayabilirsiniz, ne de olmalarını engelleyebilirsiniz. Siz yalnızca kendi hayatınızdan sorumlusunuz. Yalnızca siz, kendi hikayelerinizi yazabilirsiniz. Kimse size hayatı altın bir tepside sunmayacak ve zor zamanlar asla bitmeyecek. Aştığınız her bir engel sizi bir sonrakine hazırlayacak. İmkansızlıklarla çevrilse de etrafınız umutsuzluğa kapılmayın. Unutmayın. “ İmkansız, bu dünyayı değiştirebilecek gücü içlerinde keşfetmek yerine, kendilerine sunulan dünyada yaşamayı daha kolay bulan, küçük insanların ortaya attığı büyük bir kelimedir. İmkansız, bir gerçeklik değil, bir görüştür. İmkansız bir iddia değil, meydan okumadır. İmkansız yoktur.

 

        Zamana güvenin. Zaman size elbet gerçeği gösterecektir. Güvenle yaslanabileceğiniz, birlikte mücadele edebileceğiniz “Doğru" insanlar biriktirin. Hayatın basit, yaşamanın zor olduğu bu dünyada; kolay gözüken zor kararlar almanız gerekecektir. Kendinize güvenin, yanınızda olan sizin için çabalayan insanlara güvenin, zamana güvenin. Üzerinizdeki baskı prangalarından kurtulun. Aldığınız kararların arkasında durun. Sizi küçümseyen, suçlayan, kendinizi yetersiz hissettiren, "yardım etmek" adı altında sürekli zarar veren, sizi dibe çeken insanlardan kurtulun. Olduğunuz kişiyi kendinize sürekli hatırlatın. Unutmayın, yapamadıklarınız yapamayacağınız anlamına gelmez. Bugünlere nasıl geldiğinizi hatırlayın. Geçmişte yaşadığınız sorunların nasıl üstesinden geldiğinizi hatırlayın. Her seferinde nasıl küllerinizden doğduğunuzu hatırlayın. Sizi sokmaya çalıştıkları ancak sığamadığınız o kalıpları kırın. Daha iyi bir insan olmak için çabalayın. Daha iradeli bir insan olmak için çabalayın. Sevdikleriniz için çabalayın. Zaman ve hasret iki kardeştir. Birlikte büyürler. Mutlu olduğunuz günlerin hasretiyle savaşın. Kendiniz için savaşın. Sevdiğiniz insanlar için savaşın. Unutmayın gerçek sevginin diktiği dikişi kabirde melekler bile sökemez. Bırakın zaman en iyi dostunuz olsun. Bırakın etrafınız doğrularla dolsun. Bırakın bütün zorluklar bir arada üzerinize gelsin. Hata yapın ama asla korkmayın. Kendinize güvenin. Unutmayın. Kaderinizin de efendisi sizsiniz. Ruhunuzun kaptanı da.

 

Bkz. Tdk https://sozluk.gov.tr/

Doğru: Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı.